"Zaman, plajda beştaş oynayan bir çocuktur."
Orijinali "Mia Aioniotita Kai Mia Mera", İngilizce adı "Eternity and a Day" olan 1998 yapımı Sonsuzluk ve Bir Gün filmi Theodoros Angelopoulos yönetmenliğinde çekildi. Film, şiirsel bir üslup ve insan dünyasının anatomisi niteliğinde fotoğraf karesi tadında sahneler barındırır. Bu yönüyle Cannes Film Festivalinde Altın Palmiye Ödülü ile yalın bir görsel şölen sunduğunu sinemaseverlere gösterir.
60'lı yaşlarda meşhur bir şair olan Alexandros(Bruno Ganz) hayatının son günlerini geçirdiği bir zaman dilimindedir. Hastalığı dolayısıyla tedavi olması gerekirken yaşamını sorguladığı bir günde geçmişine düşsel bir yolculuk yapar. Bu yolculukta anılara takılıp kalır. Sevdiklerini ihmâl ettiğini fark eder ve düşsel olsa da hatalarını telafi etme arayışı içine girer. Kendi iç dünyasına doğru bir yolculuğa çıkar.
Arka planda ise dönemin Yunanistan'ında askerî darbe olacağı dedikoduları vardır. Sokaklar ise geri kalmış bir ülke manzarası çizer. Çocuk işçiler, çocuk ticareti, mülteci sorunu, komşu ülkelerdeki savaşlar... Bir yandan da beyaz kıyafetli insanlar, siyah giyimli Alexandraos ve alabildiğine mavi deniz manzaraları vardır. Umut ve karamsarlık genel havaya hakimdir.
"Minik sürgün kuşum yabancı yerlerde üzülüyorsun."
Alexandraos, 19.yy.da bir şairin yarım kalmış bir şiirinin izinden gider. O şiiri kendi zamanında tamamlamak ister. Ömründe yarım kaldığını hissettiği anlarına derin bir yolculuk yapar. O anları tamamlamak ister. Bir yandan da o eski zamanların şairinin ruhunu taşıdığı da söylenebilir. O şair, ülkesinden uzaktayken bildiği kelimelerle şiirini yazar. Ülkesine döndüğünde bilmediklerini ya da uzaktayken unuttuklarını satın alarak şiirini devam ettirir. Aynı zamanda da halkının bağımsızlık direnişine katılmak ister. Alexandraos da şiirler yazar. Anılarına uzak kalır. Unuttuğu kelimeleri ya da bilmediklerini satın alır. Kendi hikayesinde ölüme karşı bir direniş için yola çıkar.
"Yarın ne kadar uzundur? Sonsuzluk ve bir gün kadar." Son gününü ölüme baş kaldırarak geçirmek ister.
"Ama zamanı da daralıyordu. Kelimelere ihtiyacı vardı." O da izinden gittiği şair gibi kelimeler satın alır. Kelimeler de dağılır. Alexandraos da bir döngü gibi gelecekte birilerinin anılarında takip ettiği bir şair olacaktır. Çünkü şiir bitmez. Şair ruhlar birbirini tanır, anlar ve takip eder.
"Bilmemek ve hayal etmek daha iyi."
Alexandraos'un komşusu çoğu zaman ona aynı müzikle eşlik eder. Komşusunu merak eder, hakkında hayal kurar ama öte yandan da onu tanımak istemez. Belki de o hayal edişteki büyünün bozulacağına inanır. O merakın hep hayalde kalmasını ister.
Başka bir anıda deniz kıyısında arkadaşları ve eşi tarafından denize çağrılan Alexandraos, denizi arkasında bırakıp karşısında gördüğü bir tepeye çıkar. Orada kayaya yazılmış yazıları okur. Kendi çocukluğundan kalma bir anı muhtemelen. İçiçe anılarda kaybolur. Eşi ise ona "hain" diye seslenir. Onu hainlikle suçlar. Sevdikleri ile vakit geçirmek dururken o kendi hayatını yaşamaya çalışır. Anılarına dönüşte bile yarım kalmışlık hissine çare bulamaz.
"Bir şair ne yapabilir? Ölülerin yasını tutar. Özgürlüğün kayıp yüzünü çağırır. Devrimi şarkılarla kutlar."
Otobüsteki gece yolculuğu sahnesinde çoğu kişi otobüsten inerken araçta şair, çocuk, devrimci ve müzisyenler kalır. Bu da bir yönüyle son kaledir. Müzisyen gençler de bir durakta iner. Devrimci genç uyuklar. Şair ve çocuk uyanıktır. Otobüs ülkedir. İnenler sıradan insanlardır. Kutlanacak bir devrim kalmaz. Belki gelecekte ortaya çıkar. Yanı başında yine şair ve çocuk olacaktır. Umut her zaman vardır. Öylesine bir otobüstü bindikleri ve öylesine de ondan indiler.
19.yy.daki şair, kendisinin bir direniş mücadelesi için ne yapabileceğini düşünür. Ortada bir ülkü, bir ideal varsa her kesimden insanın yapabileceği bir şeyler vardır. Küçük mülteci çocuğun bile gideceği bir yolu, gerçekleştireceği hayalleri vardır. Yas tutmayı o kadar iyi bilir ki arkadaşı Selim için ağıt yakarken mülteci yüreği bir şair edasındadır. O da sürgün ve yabancı olan özgürlüğünü arar.
"Ama zamanı daralıyordu. Kelimelere ihtiyacı vardı."
Alexandraos, hayatı "sevdiği insanlarla yaşayarak" değil de "yazarak" yaşamayı tercih eder. Dostoyevsky der ki: "Hayatın anlamını hayatın kendisinden üstün tutmak büyük bir suçtur." Alexandraos da bu suçu işler. Yaşamın anlamını böyle bulacağına inanır. Bu da en büyük pişmanlığıdır. "Yarın ne kadar uzun?" sorusuna "Sonsuzluk ve bir gün kadar." cevabını eşinden alırken mülteci çocuktan da argadini(çok geç) sözcüğünü öğrenir. O sözcüğü satın alır. Her şey için çok geç olduğunu fark eder. Mülteci çocuktan xenitis(yabancı) sözcüğünü satın alır. O artık her yerde yabancıdır. Şimdinin içinde ve anılarında da. Yabancı ama direnen bir yabancıdır.
Albert Camus'unun dediği "Yaşamın anlamsız olduğuna karar vermekle yaşanılmaya değmez olduğuna karar vermek arasında fark vardır. Yaşam anlamsızdır ama yaşamaya değerdir." Alexandraos da kendi muhasebesinde anlam arayışını hayatının merkezine koymuştur. Hayatı yaşamaya değer görmez. Hayatı yazmaya değer görür.
S.Freud, "Kişi yaşamın anlamını veya değerini sorguladığı an hastadır. Ancak ben yaşamın anlamını merak eden bir insanın ruh hastalığını dışa vurmaktan çok insanlığını kanıtladığına inanıyorum." der. Hayatın anlamı anlamsızlığıdır, bu söz boş bir hülya olmaz. Bu demek değildir ki her şeyden elimizi ayağımızı çekelim. Aksine bu anlamı/ anlamsızlığı merak edip, keşfetmek ve ona direnmek gerekir. Sevdiklerimize daha anlamlı zamanlar ayırmalıyız. Mutlu olmak istiyorsak başkalarının mutluluğu ile de mutlu olabilmeliyiz. Alexandraos da hastalandığında sevdiklerinin mutluluğu ile daha mutlu ve daha tamamlanmış bir hayatı arzu ettiğinin farkına varır. Hayatı yaşamak varken onu yazmayı tercih etmek, hayatı ıskalamasına neden olur. "Anlam arayışı"nı "anlam"ın önüne koyar ve en büyük suçu işler. Dünyaya bir daha gelse yaşamaz, yine yazmayı tercih eder. Bunu anı içinde anıda kaybolurken gösterir. Alexandraos bu yönüyle iflah olmaz. Çünkü şiiri tamama erdirmek hiçbir zaman mümkün değildir. Tıpkı yaşamda eksik kalanları tamamlamak gibi. Her şey yarım kalacaktır.
Son söz olarak müziklere değinmeden olmaz. Eleni Karaindrou'nun film için bestelediği müzikler şahaneydi. Filmin içinde baştan sona apayrı bir sanat eseriydi.
İyi seyirler.
Yorumlar
Yorum Gönder